Türkiye’de Su Yönetimi

Röportaj Konuğu : Prof.Dr.İsmail Koyuncu

Türkiye’de Su Yönetimi İTÜ Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof.Dr.İsmail Koyuncu ile Türkiye’de su yönetimi, problemler ve çözüm önerileri hakkında konuştuk.

Su, hayatın kaynağı…

Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki mükemmel işbirliği yağmura, yağmur da hayatın devamına vasıta oluyor. Barajlarda toplanan sular, kanaletlerle sulanan tarlalar, su depoları gibi hayat zincirinin en önemli halkaları, insanoğluna çok önemli katkılarda bulunuyor. Peki ülkemiz “su” konusunda neler yapıyo? Potansiyelimiz nedir? Arıtma sistemlerinin verimleri nedir? Çözüm önerileri neler? Tüm bu soruların ve daha fazlasının cevabını İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof.Dr. İsmail KOYUNCU ile yaptığımız röportajda bulacaksınız.

ÇEKÜD: Efendim bizlere öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?

KOYUNCU: 1974 Antalya Doğumluyum. İlk, orta ve lise tahsilimi Antalya’da tamamladım. 1995 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünde lisans eğitimimi tamamladım. Aynı bölümde 1997 yılında Yüksek Lisans, 2002 yılında doktora eğitimimi tamamladım. 2004 yılında doçent ve 2010 yılında Profesör oldum.

ÇEKÜD: Bugün sizle Türkiye’de su kaynaklarının yönetimi hakkında konuşmak istiyoruz. İlk olarak ülkemizin mevcut su potansiyeli nedir? Bu bizim İçin ne ifade ediyor? Bizleri aydınlatabilir misiniz?

KOYUNCU: Türkiye’nin yaklaşık olarak 200 milyar m3 civarında bir suyu var. Fakat bunun hepsini ekonomik olarak kullanamıyoruz. 112 milyar m3 bir suyu yıllık ekonomik olarak kullanabilir durumdayız. Şimdi bu ne anlam ifade ediyor diye baktığımızda kişi başına düşen yıllık su miktarı 1600 m3 civarında. Yani kişi başına bütün kullanım ihtiyaçlarını karşılamak üzere yıllık ortalama 1600 m3civarında bir su potansiyelimiz söz konusu. 1600 m3 ne ifade ediyor diye baktığımızda da, eğer bir ülkede kişi başına düşen su miktarı 1000 ila 2000 m3 arasında ise su stresi olana ülkeler sınıfına sokuyoruz o ülkeyi. 1000 m3’ün altında su kıtı oluyor. 2000 m3 ‘ün üzeri su bolluğu oluyor, 1000 – 2000 m3 arasında ise su stresi olan ülkeler sınıfına sokuyoruz. Şimdi Türkiye bu durumda ne suyu bol olan bir ülke ne de suyu çok kıt olan bir ülke konumunda. Bugün nüfusumuzu 73 milyon kabul edersek, Türkiye nüfusu 100 milyona ulaşırsa ve yeni bir su kaynağı üretmezsek nüfusumuz 100 milyona ulaştığında kişi başına su tüketimi 1000 m3mertebesine düşecek, buda bizi su kıtı olan ülkeler sınıfına sokacaktır.

Türkiye’de kullanılan suyun %74’ünü tarımda sulama için kullanıyoruz. %15’ini içme ve kullanma suyu maksatlı kullanıyoruz, %11’inide sanayide kullanıyoruz. Burada tarımda ki ağırlığın büyük olduğunu görüyoruz. %74 – 75 çok büyük bir bölümü oluşturuyor. Son zamanlarda özellikle tarımda vahşi sulamanın bırakılarak damlama sulamaya geçilmesiyle bu oranda düşmeye başladı. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde de düşmeye devam edecek. 2025 yılında tarımdaki miktarın yüzdenin %65’lere düşeceği, içme kullanma suyunda çok fazla bir değişme olmayarak; bugün %15 civarındayken %16’ya çıkacağı, sanayideki kullanımın ise sanayileşme ile birlikte daha da artacağı ve %20 seviyesinde olacağı tahmin edilmektedir.

Türkiye’de içme suyu olarak daha çok yüzeysel ve yer altı sularını kullanıyoruz. Verilere bakıldığında %55 yer altı suyu ve %45 yüzeysel sulardan temin ediliyor. Daha çok büyük şehirlerde yüzeysel su bazlı tüketim söz konusu. Küçük ilçe, kasaba ve köylerde daha çok yer altı suyu kullanımı söz konusudur.

ÇEKÜD: Peki bu Sular arıtılıyor mu Türkiye’de?

KOYUNCU:
Evet…
Ancak istatistiklere baktığımızda arıtma oranının düşük olduğunu söyleyebiliriz. Büyükşehirlerde büyük oranda arıtıyoruz. Yani nüfusu fazla olan şehirlerimizde %80’ne varan değerlerde normal konvansiyonel su arıtma sistemleriyle içme suyunu arıtıyoruz. Geri kalan nüfusu daha düşük, yani 500 bin kişinin altında olan yerlerde yer altı suyuyla su temini söz konusu. Bu şekilde yapılan temindeyse %80’in üzerinde arıtma yapılmamaktadır. Kuyulardan su çekilerek dezenfeksiyon işleminden sonra şebekeye veriliyor. Şebekelere baktığımızdaysa ki şebeke su temininde çok önemli bir faktör, ülkemizde %90 ‘ın üzerinde tamamlandığını görüyoruz.

Daha önce ifade ettiğimiz gibi büyük şehirlerde su artımı genel olarak yapılıyor. Küçük yerleşim yerlerinde özellikle ilçe, kasaba ve köylerde su arıtma sistemimiz çok az. Hatta yok denecek vaziyette. Bunlar daha çok kuyularla suyunu temin ediyorlar ve su dezenfekte edilerek şebekeye veriliyor. Şebekedeki içme suyunun kalitesine baktığımızda, Türkiye’de 2006 verilerine göre su kalitesi standartlarına uymayan parametreler söz konusu. Fiziksel parametrelerden alınan numunelerin %10’u uymamış, kimyasal parametreler açısından %21’i standartlara uymamış, mikrobiyolojik parametreler açısından da %23 ‘ü standartlara uymamış. Avrupa ülkelerinde ki değerlerle karşılaştırdığımızda biraz yüksek kalıyor. Ama su kalitesinin iyileştirilmesi üzerinde özellikle Sağlık Bakanlığı’nın ciddi çalışmaları var. Su kalitesinde şebekesinin de kalitesi çok önemli. Türkiye’de şebekelerin yaşları özellikle büyük şehirler de 30’un üzerinde. Yani % 80’inden fazlasının yaşı 30’un üzerine çıkmış. Daha küçük yerleşim yerlerinde şebekeler daha yeni yeni yapıldığı için şebeke yaşı düşük. Bu duruma su kalitesi açısından da iyi diyebiliriz. Tabi ki bu büyük şehirlerdeki yaşlı şebekelerinde bir plan dahilinde yenilenmesi gerekiyor. Şebekelerdeki su kayıpları da yine çok önemli bir husus. Türkiye’de şebekeye verilen suyun ortalama %40’ı kayboluyor. Tabi bazı şehirlerde çok düşük seviyede, örneğin Kayseri’de %10’lar civarında bir su kaybı söz konusu. Ama ters bir durum olarak bazı şehirlerde bu değer %60’lara kadar çıkabiliyor. İstanbul’da % 25 seviyesinde, Bursa’da yine %25’ler seviyesinde bir kayıp var. Ankara’da şebekelerde ki kayıp çok büyüktü. Son zamanlarda yapılan iyileştirmelerle %35-40 civarına kadar düşürüldü. Bu şebekelerin belli bir program dahilinde yenilenip su kayıplarının azaltılması çok önemli. Çünkü kayıplarla biz arıttığımız suyu yer altına gömmüş oluyoruz ve yaptığımız yatırımlar boşa gitmiş oluyor.

ÇEKÜD: Şimdi sizinde ifade ettiğiniz gibi Türkiye şu an su fakiri değil. Ama nüfus artışı bu şekilde devam ederse su fakiri olma tehlikesi var. Olası bir su krizinde ne yapılabilir? Türkiye’nin bir çıkışı var mı?

KOYUNCU: Su krizinde yapılması gerekenler şunlar; ilk olarak bizim su kayıplarını azaltmamız gerekiyor. İkinci bir husus evsel ve endüstriyel atık suların geri kazanılması gerekiyor. Bir üçüncü husussa hangi kalitede su gerekliyse o kalitede suyun verilmesi gerekiyor. Yani çok iyi kalitedeki suyu tarımsal sulamada kullanmak israftır. Özellikle atık su geri kazanımı çok önemli bir hale geliyor. Arıtılan evsel atık sular özellikle şehirlerde yeşil alan sulanmasında kullanılmalı. Bu konuda Türkiye’de bazı yerel uygulamalar var. Bazı siteler kendi atık su arıtma tesislerini yeşil alan sulamada kullanıyorlar. İstanbul’da böyle lokal uygulamalar söz konusu. Konya’da yeni bir proje başlatıldı. Yaklaşık 1000m3 /gün suyu evsel atık arıtma suyu çıkışından alıp filitrasyondan geçirip mor şebeke ismini verdikleri şebeke ile şehirde yeşil alan sulamada kullanıyorlar. Bu pilot bir uygulama. Çok kısa zamanda Konya geneline yaymayı planlıyorlar.

ÇEKÜD: Yani atık su şebekesi, içme suyu şebekesinin yanında bir de bu suyun gönderildiği bir şebeke inşa edilmiş…

KOYUNCU: Evet… Arıtılan suyun dağıtılması için ayrı bir şebeke tasarlanması gerekiyor. Burada şu çok önemli, arıtma tesisi ile sulanacak yeşil alan arasındaki mesafe fazla olmamalı. Çok uzun şebekeler belki sonraki dönemde pompalama ve bakım masrafı gibi masraflar açabilir. Dolayısıyla ekonomik olmayabilir. Bunun için merkezi olmayan arıtma sistemleri öneriyorum. Arıtma tesisini bir noktada yapmaktansa birkaç noktada yapıp o noktaların yakınındaki bölgelerin su ihtiyacını karşılayacak bir sulama sistemi kurulabilir.

ÇEKÜD: Konuyla alakalı olarak yağmur suları ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Yurt dışında  yağmur sularının değerlendirilmesi gibi bir uygulama var mı?

KOYUNCU: Evet… Yağmur sularında özellikle büyük şehirlerde hava kirliliğinin getirmiş olduğu ağır metal kirliliğini göz önüne almak lazım. Özellikle yol kenarlarında kirlenmiş su toplamaktansa daha az kirli , hava kirliliğinden etkilenmeyen bölgelerdeki yağmur sularını toplayıp tekrar bunları özellikle kullanma suyu olarak veya yeşil alan sulama suyu olarak kullanabiliriz. Eğer bu bireysel sitelerde yapılıyorsa hem yeşil alan sulama hem de ayrı bir hat döşeyerek sifon suyu olarak bunun geri devrettirilmesi suretiyle değerlendirme yapılabilir. Bu minvalde yurtdışı uygulamaları da yaygın. Yağmur sularının sitelere veya bireysel evlerde ayrı bir tankta toplanıp sonra buradan pompa yardımıyla ayrı bir şebeke ile sifon suyuna veya yeşil alan sulama suyuna gönderildiği uygulamalar var. Bu da ülkemizde yaygın hale getirilebilir.

ÇEKÜD: Peki Türkiye’de atık sularla ilgili durum nedir? Bütün şehirlerde atık suların arıtılması ile ilgili projeler var. Çevre ve Orman Bakanlığının yapmış olduğu. Şu anda mevcut durum nedir?

KOYUNCU: Kanalizasyon sistemi ile başlayayım. Türkiye’de şuanda istatistik enstitüsü verilene göre %87 oranında kanalizasyon hizmeti söz konusu. Yani hizmet edilen nüfusun Belediye nüfusuna oranı %87. Burada belediye olmayan köyler bu nüfusun içerisine dahil değil. Şu an Türkiye’de 2000’in üzerinde belediye var. Az önce de su şebekesinde bahsettiğim gibi kanalizasyon şebekesinin yaşı da özellikle büyükşehirlerde 30 yılın üzerinde. Yani yenilenme yaşı gelmiş durumda. Belli bir plan program dahilinde bu kanalizasyonların yenilenmesi, olmayan yerlere de yenilerinin yapılması gerekiyor. Özellikle Çevre ve Orman Bakanlığının desteği ile hızlı bir şekilde kanalizasyonu olmayan yerlere kanalizasyon yapılması için yatırımlar yapılıyor. Buralarda kanalizasyonla toplanan atık suyun ne kadarı arıtılıyor diye baktığımız da şuanda 436 belediyenin arıtma tesisi kurulmuş. Bu 436 adet belediye sayısı 436 adet arıtma tesisi anlamına gelmiyor. 436 belediyenin atık suları toplanıp sayısı şuanda 250 civarında olan atık su arıtma tesislerinde arıtılıyor.

ÇEKÜD: Şimdi arıtılma derken hepsinde ileri arıtma yok zannediyorum. Bazılarında sadece ön arıtma var.

KOYUNCU: Tabi ki. Arıtma sistemleri çok farklı. Şuanda 250 civarındaki arıtma tesisinin %73’ü biyolojik arıtma. Çok az bir kısmı ileri arıtma, bir kısmı da fiziksel arıtma şeklinde sadece ızgara ve kum tutucu muhteva eden sistemler. İstanbul’da ki arıtma sistemlerinin 3 – 4  tanesi biyolojik arıtma sistemi olarak faaliyette. Bunlardan Ataköy ileri atık su arıtma tesisleri işletmeye alınma aşamasında. O bölgedeki atık suları arıtacak. İstanbul’da %40’lar seviyesinde olduğunu söyleyebiliriz biyolojik arıtma tesislerinin. Geri kalan kısmı da ön arıtmadan sonra deniz deşarjıyla denize veriliyor. İstanbul için ön arıtma uygulanıyor olması atık suyun arıtılmadığı anlamına gelmez. İstanbul’un bir şansı boğazda çift tabaka olması. Bu çift tabakadan yararlanılıyor. Arıtılan atık sular boğazdaki alt akıntıya deşarj ediliyor ve bu alt akıntı Karadeniz’e doğru gittiği için İstanbul ve çevresi, Marmara Denizi açısından bir sorun teşkil etmiyor. Ancak bunun %10’luk bir kısmı alt akıntıdan üst akıntıya geçerek Marmara’ya karışabiliyor. Fakat burada İSKİ’nin de belli bir çalışması olduğunu biliyorum. Boğaz kenarındaki özellikle ön arıtma sistemlerinin biyolojik arıtmaya döndürülmesi için çalışmalar yapılıyor. Çok yakın zamanda da bu arıtma sistemlerinin biyolojik arıtmaya döndürülmesi için yatırımlar başlayacak.

ÇEKÜD: Zannediyorum ki atık uyun değerlendirilmesi sıfır deşarj olarak tabir ediliyor. İstanbul’dakiler denize deşarj ediliyor. Bu suyun değerlendirilmesi mümkün mü? Mesela tarımda bahçe sulamada… Atık su arıtılıyor ama bu arıtılan kısım çamur olarak kalıyor. Çamur çöp depolama tesislerine götürülüyor. Bu çamurunda değerlendirilmesi mümkün mü peki?

KOYUNCU: Şimdi sıfır deşarj dediğimiz husus özellikle çevre mühendislerini ilgilendiren bir konu. Tabi atık suyu arıtıyoruz, arıtılan sıvı kısmı bir şekilde tarımda sulamada olsun yer altına deşarj şeklinde olsun değerlendirilebiliyor. Mesela bu yer altına deşarjdan sonra su kuyularla çekilip tarımda kullanılabiliyor veya içme suyu olarak kullanılabiliyor. Arıtılan suyu doğrudan veya doğrudan olmayan yollarla bir şekilde geri kullanabiliyoruz. Dünyada bunun birçok uygulamaları söz konusu. Ayrıca çıkan çamur dediğimiz katı kısmında kullanılmasıyla sıfır deşarjı yakalamış oluyoruz. Çamur şu anda Türkiye’deki arıtma sistemlerinin en büyük problemlerinden birisi. Çamur’un belli oranlarla kompost haline getirilip tekrar tarımda gübre olarak kullanılması, hatta bunu belediyelerin satarak gelir oluşturması söz konusu olabilir. Bu şekilde biz çamuru kompost yaparak gübre haline getirmiş oluyoruz. Türkiye için bunu henüz uygulamadık ama çok yakın zamanda bunları uygulamamız gerekiyor.

ÇEKÜD: Atık suların geri dönüşümü veya çamurların değerlendirilmesi hususunda dünyada nereler daha ön planda? Hangi ülkelerde uygulamalar daha yaygın? Son yapmış olduğunuz Singapur ziyaretine biraz değinebilir misiniz?

KOYUNCU: Geri kazanım da özellikle ilk uygulamalar Amerika’da başlamış. Amerika’da California su kıtlığı olan bir bölge. Arizona bölgesi… Buralarda ilk uygulamalar başlamış. Sonrasında bu uygulamalar Kuzey Afrika’ya, İspanya’ya, Avustralya’ya… Buralar su kıtlığı olan ülkeler. Buralarda tarımsal kullanım olarak yaygınlaşmış. Sonrasında Japonya’da arıtılmış atık sular tuvalet sifon suyu olarak kullanılmış. Özellikle büyük iş merkezlerinin atık su çıkışları bir yerde arıtılıp sonrasında tekrar işyerlerinde ikinci bir şebeke ile sifon suyu olarak geri devrettiriliyor. En son 2004 yılında Singapur’da büyük projeler başladı. Newwater adı verdikleri bir proje. Biyolojik arıtma ile arıtılan atık su sonrasında ters osmoz dediğimiz ileri arıtma tesisi ile arıtılıp, yüzeysel su kaynaklarını beslemek için oralara veriliyor. Bu arıtılan suyun bir kısmı sanayiye proses suyu olarak veriliyor, bir kısmı da mevcut su kaynaklarını beslemek için oralara deşarj ediliyor. Hatta newwater çerçevesinde ters ozmos ile arıtılan suyun pet şişelerle şişelenip satılması söz konusu. Atık su geri kazanımı konusunda bu ülkelerin dışında İsrail’de çok büyük uygulamalar var. İsrail’de arıtılan atık suyun %80’i tarımsal sulama maksadıyla geri kullanılıyor. Telaviv’in atıksu arıtma tesisi çıkışı yer altına deşarj edilip sonra kuyularla çekilip güneydeki Negev Çölünde arıtılmış su rezarvuarları oluşturulmuş oralara deşarj edilip, buralardan portakal bahçeleri sulanıyor. Yine bizim güneyimizdeki Güney Kıbrıs’taki atık suların %100‘ü arıtılıp tarımsal kullanım olarak geri kazanılıyor. Türkiye için son 2 – 3 yıl önceki kuraklık döneminde de çok gündeme geldi atık suyun geri kullanılması. Türkiye’de de geri kullanım için büyük projeler yapılıyor geri kullanım için. Az önce bahsettiğim Türkiye uygulamalarına ek olarak İSKİ’nin işlettiği paşaköy arıtma tesisinin çıkışı daha önceden Riva deresine verilip buradan Karadeniz’e gidiyordu. Şu anda arıtılan bu atık suyun Tuzla Dericiler sanayi sitesine verilerek burada sanayi atık suyu olarak kullanılması projelendiriliyor.

ÇEKÜD: Son olarak özellikle Türkiye’nin su politikasında hem içme suyu hem kullanma hem de atık su olarak geleceğe dönük olarak neler yapılmalı? Acil eylem planımız var mı?

KOYUNCU: Türkiye ‘de konuşmamın en başında da söylemiştim, suyun büyük bir kısmını tarımda kullanıyoruz  %75 oranında. Bu da büyük oranda salma sulama ile yapılıyor. Salma sulama uygulamasının Türkiye’de azaltılıp damlama sulamaya geçilmesi gerekiyor. Devletin bu konuda büyük teşvikler vermesi gerekiyor. Sanayi kullanımı şuanda %10. 2025’te bu oran %25’lere çıkacak dolayısıyla sanayi su tüketimimiz artacak. Fabrikaların kendi atık sularını arıtıp tekrar geri kullanmaları gerekiyor. Bu belki ilk etapta geri kullanmak onlar açısından pahalı görülebilir. Fakat şuanda günümüz teknolojisi ile arıtılan atık suyun geri kullanılması bu fabrikaların şebekelerden veya kuyudan temin edecekleri suyun maliyetine göre daha ucuz oluyor. Bunu fabrikatörlere, sanayicilere hatırlatmak isterim. Bir diğer husus desinilasyon. Türkiye’de deniz suyundan arıtılıp tekrardan kullanılması çok gündeme geldi. 2 – 3 yıl öncesinde özellikle İstanbul için projelerinde yapıldığını biliyorum. Desinilasyon çok acil bir su kıtlığına çözüm önerisi değildir. Büyük ölçekli bir desinilasyon tesisini yapabilmek için en az 3 yıllık bir süreye ihtiyaç var. Dolayısıyla biz üç yıl önce bu kararı almış olsaydık İstanbul’a 300 bin m3 kapasiteli bir desinilasyon tesisini inşaatını ancak bitirmiş olacaktık. Şu anda bizim barajlarımız doldu, dolayısıyla bu desinilasyon tesisine gerek kalmayacaktı. Çok acil bir çözüm önerisi olarak desinilasyonu görmüyorum. Fakat desinilasyon önümüzdeki 30 – 40  yıllık dönemde özellikle sahilde kurulmuş fabrikalar için bir çözüm önerisi olabilir. Fabrikalar, sanayiciler proses suyunu denizden temin ederek daha ucuza su temin edebilir.

Atık su arıtma tesisleri büyük bir hızla yapılıyor. Nüfusu 100 binin üzerindeki şehirlerde atık su arıtma tesislerinin 2 – 3  yıl içersinde bitirilmesi gerekiyor. Avrupa Birliğine sunduğumuz çevre müktesebatına göre Türkiye’de 2012 yılında arıtma tesisi ile arıtılacak nüfusun toplam belediye nüfusuna oranı %81 olmalı. Arıtma tesisi sayısının da 700 civarında olacağı tahmin ediliyor. 2023 yılına kadar olan dönemde de bu arıtma tesisleri kademeli olarak nüfusa bağlı olarak yapılacak. Bu kapsam da birçok yatırım yapılacak. İçme suyuna yaklaşık 13 milyar Avro, atık suya 18 milyar Avro yatırım yapılacak. Bu yatırımların belli bir plan dahilinde yapılıp ülkemizin hem su temini hem de atık su arıtımı konusunda problemlerinin çözülmesi gerekiyor. Sadece AB’ye çevre müktesebatı sağlamamız gereken bir zorunluluk değil bizim insan olarak yaşayabilmemiz için bu problemlerimizi en kısa zamanda çözmemiz gerekiyor.

ÇEKÜD: Hocam teşekkür ederiz.

KOYUNCU: Ben teşekkür ederim.