Kaygı Veren Çevre Sorunları

Dünya gündemini işgal eden kaygı verici birkaç çevre sorununa değinmek istiyorum. Bu sorunlardan ilki çölleşme sorunu.

Ormanların yok edilmesiyle kendini gösteren ve yoksulluk, işsizlik, göç, gıda ve güvenlik sıkıntıları gibi olumsuz neticelere yol açan çölleşme, dünya için giderek müşterek bir risk haline geliyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’in, yayımladığı biyo çeşitlilik raporunda, iklim değişikliğinin, orman yangınlarının ve kuraklığın artmasıyla gezegenin akciğeri sayılan sıcak ve yağmurlu Amazon ormanının bir savanaya dönüşebileceği kaygıları dile getiriliyor.

Savana tropik yağmur ormanları ile kuru çöller arasındaki geçiş bölgesinde yer alan ve boyları yer yer iki metreyi bulabilen köksaplı bitkilerden oluşan geniş çayırlara deniyor.

En büyük çevre felaketlerinden biri sayılabilecek olan çölleşmenin iklim değişikliği ile ne kadar ilgisi var bilmiyoruz ancak insan eliyle oluşan felaketlerin başında geldiğinde şüphe yok. İstatiksel rakamların ifadesiyle Dünyamızda her yıl ortalama 13 milyon hektar, ülkemizde ise 10 bin hektar orman alanın yangınlar ve diğer sebeplerle zarar görmesi felaketin boyutunu göstermeye yetiyor.

Geçtiğimiz günlerde insan eliyle oluşan teknolojik çevre felaketlerinden bir başkası daha yaşandı. Meksika Körfezi’ndeki petrol platformunda meydana gelen patlamadan sonra her gün yüzlerce varil petrol okyanusa akıyor.

İsrail büyüklüğünde bir alana ulaştığı ifade edilen petrol sızıntının  durdurulamaması felaketin boyutunu her geçen gün artırıyor. Patlamanın ardından bölgedeki doğal hayatın ne kadar sürede yaralarını sarıp normale döneceğini; bu sebeple oluşan kirliliğin katma değerinin  kaç nesil insana tesir edeceğini hesaplamak mümkün değil. ABD’nin, meydana gelen bu zararı telafi edecek adımlar ciddi ve acil atması “çevre” konusunda baskı altında tutmaya çalıştığı 2.dünya ülkelerine karşı güzel bir örnek olacaktır.

Biyolojik Çeşitlilik Merkezi adlı Çevre örgütü ise, çevreye etkilerini araştırmadan, Meksika Körfezi’nde yüzlerce petrol sondajına izin verdiği gerekçesiyle ABD’yi mahkemeye vermeye hazırlanıyor. Grup tarafından hükümete gönderilen ihtar yazısında, ABD İçişleri Bakanlığı’nın 2009’da göreve geldiğinden bu yana  Meksika Körfezi’ndeki sismik araştırma ve sondaj çalışmalarına, çevre ile ilgili gerekli izinler alınmadığı halde izin verdiği ileri sürülüyor.

Gelişen bilim ve teknolojinin zaman zaman kendi kendini tamirde bu kadar aciz kalması insanı ürkütürken, ürkütücü diğer bir tehlike de kullanılması halinde gezegenimizde geriye döndürülmesi imkansız tesirler bırakacak olan nükleer silahlanma yarışı.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, 52 yıllık tarihinde ilk kez İsrail’in gizli nükleer faaliyetlerini ele almaya hazırlanıyor. Bu sayede Batılı ülkelerin dikkatlerinin İran’ın nükleer faaliyetlerinden İsrail’in gizli nükleer çalışmalarına kayabileceği iddia ediliyor.

Bu arada Türkiye, İran ve Brezilya arasında varılan Tahran’ın nükleer takas anlaşmasının BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri tarafından iyi niyet göstergesi olarak genel bir kabul görmesi ileriye yönelik olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak görülebilir.

Nükleer silahlanmanın önlenmesi ve Nükleer teknolojilerin sınırlandırılması tartışmaları arasında Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın çevre için bir araya geldiği haberleri dünya gündemine yansımış oldu.

4 komşu ülkenin, ağaçlandırma, orman yangınları ve toz taşınması gibi konularda başlattığı ortak çalışma ve işbirliğine Katar, Ürdün, Suudi Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerinin de katılması hedefleniyor.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, “Türkiye’nin çevre konusundaki tecrübelerini, komşularıyla paylaşmaya hazır olduğunu” ifade ediyor. Bu paylaşımların samimiyet ve iyi niyet esasları çerçevesinde arttırılmasının başta Ortadoğu olmak üzere dünya üzerinde çevre sorunları gibi diğer insani ve ahlaki sorunlara da merhem olacağını düşünüyoruz.

Dünya üzerindeki en yoksul 50 ülkenin, atmosferde sera etkisi yapan karbon gazı salınımının yüzde birinden bile sorumlu olmadığı halde çevre konusunda hizaya getirilmeye çalışıldığı; 20 binden fazla nükleer savaş başlığının yarısı tek bir ülkenin elinde bulunduğu halde, nükleer teknoloji edinmeye çalışan ülkelerin tehdit unsuru ilan edildiği bir dönemde, çevre sorunlarının çözümü için oluşturulan bu tür birlikteliklerin geliştirilmesi önemli bir ihtiyaca cevap verecek.

Ancak sadece batının menfaatlerini koruma konusunda “Birleşmiş Milletler” gibi olmayacağını umduğumuz 4 komşu İslam ülkesinde bu vesileyle başlayacak çevre bilinçlenmesinin bütün Ortadoğu ülkelerinde müşterek bir bilinç; yerküre üzerinde meydana gelen ahlaki ve teknolojik tahribata karşı müşterek bir yaptırım aracı haline gelmesi en büyük dileğimiz olacaktır.

 

Süleyman Yorulmaz
ÇEKÜD
20 Mayıs 2010