İnsanlığa Davet

İnsanlık, yüzyıllardır savaşlarla kendine ait değerlerini, bilgi birikimlerini ve kaynaklarını israf etmekte, yaşam alanlarını mahvetmektedir. Diğer yanda ise her savaş sonunda geride, ölü ve yaralı binlerce insan, kaybolan mal varlığı, kullanılamaz hale gelen toprak parçaları, gelecek nesillerin kaybolan yaşam alanlarımız kalmaktadır. Düşünün ki, kullanılan kimyasal ya da nükleer atıklar Japonya’nın belirli bir alanını yüz yıla yakın zamandır ot bitmez, kuş uçmaz, kervan geçmez hale getirmiştir. Patlayan iki atom bombası, ilk anda 200.000, sonraki dönemlerde ise 250 000 olmak üzere yarım milyona yakın insanı hayatından etmiştir.   Bu insanların oluşturduğu iş gücü, ortada yok olan milyarlarca lira değerinde mal varlığı ise, yok olan canların yanında hesaba bile katılmıyor.

Tarihte birçok medeniyet, bilgi, araştırma vb birikimler hep bu savaşlar yüzünden kaybolup gitmiştir. Mısırda binlerce yıllık bilgi birikimi, İspanyada 800 yıllık medeniyet bu savaşlarda yok olmuş, insanlığın elinden adeta uçup gitmiştir. Basit bir kişinin hırsı, kaprisleri, ucu açık hevesleri uğruna böyle binlerce yıl denenerek geliştirilmiş bilgilerin kaybedilmesi, gerçekte para veya maldan çok daha acı verici, çok daha ürkütücü olaylardır. Tarih çağlarında taşa can veren haykeltraşlar, ona bir insanın anlamlı gülümsemesini birebir resmedebilirken, günümüz insanının her türlü alet edevata rağmen iç geçirtecek bir eser ortaya koyamaması sadece ruhsuzluktan değil, aynı zamanda bazı bilgi ve deneyimlerin kaybolmasının neticesidir. Buhara, Semerkant gibi şehirlerde Moğol Hükümdarı Cengiz tarafından sorgusuz sualsiz yaktırılan kütüphanelerde, bilgi ve servet birikimi yerle bir edilmiştir. Kordoba’da 600 yıllık medeniyeti kendilerini medeni kabul eden İspanyollar yok etmiş, işgal ettikleri şehirlerde dünyada eşi benzeri olmayan kütüphaneleri yakmışlar, tek bir insan bırakmamak suretiyle o bilim insanlarını yok etmişlerdi.

Yüzyılımızın en berbat olayını tarif etmemiz istense, sanırım çoğumuz kendilerinin yaptığı vahşeti medya barbarlığıyla örtbas eden medeni(!)lerin işgal ettikleri ülke halkına reva gördükleri her türlü rezilliği ilk sıraya koyarız. Bizlere soykırımcı diyen, yılın bir gününde acaba “Başkan bu yıl soykırım diyecek mi” şeklinde elimiz yüreğimizde bekletenlerin klasörler dolusu soykırımları, hem de bu günlerde devam etmesine rağmen maalesef anılmak şöyle dursun, dile getirilememektedir. Bu ülkeler dünyanın son kalan petrol rezervlerini, madenlerini ülkeme taşıyayım düşüncesiyle isimli-isimsiz işgaller yaparken, kullandıkları yeni kimyasal yok edicilerle çevreyi de içinden çıkılmaz vaziyette kirletmektedir. En çok kirlenen ise ne yazık ki benliklerimiz, hafızalarımız ve insanlığımız olmaktadır.

Durum böyle iken biz sadece milletimizi değil tüm insanlığı, insanlığa davet etmek zorundayız. Hayat en başta biz insanların olmak üzere tüm canlıların, bitkilerin, çevrenin hakkıdır. Haksız yere öldürmek, varlıklarını elinden almaya çalışmak, onlara acı çektirmek hiç kimseye, hak olarak tanınmamıştır. Sevgi, saygı dili varken kendimizi neden vahşet dili ile ifade edelim? Teknoloji dünyayı küçük bir köye dönüştürmüş iken insanlar neden hep el ele olamasın?

23.09.2013
Recep AYDÖNER