Hidroelektrik Santralleri

Röportaj Konuğu : Prof.Dr.Cumali Kınacı

Hidroelektrik Santralleri İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve ÇEKÜD Bilim Kurulu Üyesi Prof.Dr. Cumali KINACI ile tartışmaların arttığı bir dönemde HES’leri konuştuk

Hidroelektrik santralleri ile ilgili tartışmaların arttığı, protestoların Çevre ve Orman Bakanlığı önüne taşındığı bir dönemde, konuyu uzmanıyla görüştük. HES, nükleer, çevre ahlakı, STK’lar gibi konuları konuştuğumuz İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve ÇEKÜD Bilim Kurulu Üyesi Prof.Dr. Cumali KINACI bey ile yaptığımız röportajı istifadenize sunuyoruz.

ÇEKÜD: HES’lerle ilgili yükselen seslerin şiddetini artırdığını görüyoruz. Ama ülkemizin enerjide dışa bağımlı olduğu ve enerji ihtiyacının büyük olduğu yadsınamaz bir gerçek. Öncelikle sizden HES’lerle ilgili istatistikî bilgi alabilir miyiz?

KINACI: Tartışmalı konularda iyi fikir sahibi olmadan görüş beyan etmek doğru değildir. Burada dilerseniz DSİ verilerini göz önüne alalım. DSİ verilerine göre bugüne kadar işletmeye alınan HES 13596 MW. Yani bu yılda 47,5 Milyar KW/sa enerji üretimi demek. HES’lerin toplam kurulu gücü 10783 MW. Bu konuyla ilgili aslında daha değişik ve daha detaylı veriler de mevcut; ama konuyu çok fazla rakama boğmanın bir manası yok.

Türkiye ne kadar elektrik enerjisi üretiyor? Şimdi HES derken, bir küçük santraller var bir de büyük hidroelektrik santralleri var. Burada hangisini kastettiğimiz çok önemli. Sadece göletler kurup arkasından elektrik ürettiğimiz HES’ler mi yoksa Atatürk, Keban gibi büyük santraller mi? Buna açıklık getirmek lazım. Ben prensip olarak şunu söylüyorum: “HES’ler belli bir büyüklüğün üzerinde olursa faydalı çünkü bizim enerji ihtiyacımız var kesinlikle.” Bu ihtiyaçtan da kimsenin taviz vermesi söz konusu değil. Şimdi yarım saat elektrik kesildiğini düşünün, yer yerinden oynar.

ÇEKÜD: Hükümet bile düşebilir.

KINACI: Tabi…

Kimse taviz vermeyeceğine göre bu enerjiyi bir takım kaynaklardan sağlayacağız.

Nedir bu enerji kaynakları? Fosil yakıtlar dediğimiz petrol ve ürünleri, kömür. Bunlar yenilenemeyen kaynaklar. Yani yeryüzünde sınırlı ve bittikten sonra yerine gelmiyor. Bunun yanında yenilenebilir enerji dediğimiz, güneş, rüzgar, jeotermal, dalga vb. enerjiler var. Ancak yeryüzünde kullanılma oranları %10’u geçmiyor. Bazı İskandinav ülkeleri tabi bu ortalamanın üzerinde. Bunların dışında ne kalıyor? Birincisi tartışmalı enerji kaynağı olan nükleer santraller ve HES’ler. Nükleer santraller herkesin malumu Türkiye’de şu ana kadar kurulmadı. Yeni kurulması gündeme geldi ve bu da büyük tartışmalara yol açıyor. Buna karşılık Fransa ihtiyacının %78’ini nükleer santrallerden karşılıyor. Türkiye’nin kişi başına düşen enerji tüketiminden en az 5 kat daha fazla. Bundan 10 sene önce Fransa’nın kişi başı tüketimi 10000KW/sa civarındayken Türkiye’de 2000KW/sa ’di.  Şimdi araştırılması gereken konu; nükleer santraller Fransa’da çok olduğu için kanser oranlarının Türkiye ile mukayesesidir. Acaba Fransa’da kanserli hasta nüfus oranı nedir?

Yeni nesil nükleer santrallerin oldukça emniyetli olduğunu söyleyebilirim. Ve emniyetli olmak kaydıyla nükleer santrallerin riskli olmadığı kanaatindeyim. Riskli olanlar birinci nesil nükleer santraller. Birinci nesil santraller kullanılan bütün ülkelerde terk edildi bir kaç istisna haricindeki o da Türkiye’nin 25 km kadar doğusunda yer alan Ermenistan’da. Şu an 3. Ve 4. nesil santraller kullanılıyor ve çok emniyetliler. Nükleer santrallerde elektrik üretimi maliyet olarak da çok yüksek değil. Yine çokça gündeme gelen hidrojen enerjisiyle karşılaştırıldığında %75 daha ucuz. Bu nedenle hidrojen enerjisi ekonomik olarak uygulanabilir nitelikte değil. Şimdi bu bilgilerden yola çıkarak toparlayacak olursak, biz enerjimizi bir şekilde karşılayacağız. Enerji ihtiyacı, refah seviyesi arttıkça artıyor. Mevcut refah seviyesinden kimse vazgeçmeyeceğine göre enerji tüketimi de artacak. Enerji ihtiyacını da tek bir kaynaktan karşılamak mümkün değil. Bunu çeşitlendirmek   lazım. Kömürden, petrolden, belli oranlarda HES’lerden, güneş ve rüzgâr enerjilerinden, nükleer enerjiden vs. HES’leri sıfırlamamız mümkün değil. Ancak çevreye olan etkiyi en aza indirerek santral kurmalıyız. Tabi kaynakları yok ederek, Karadeniz ve Antalya’da olduğu gibi tahrip ederek HES kurmak doğru değil. Şu an tam rakam veremem ama ülkemiz, yaklaşık olarak ihtiyacının %25 – 28’ini HES’lerden karşılıyor.

ÇEKÜD: Tabi bunun içinde büyük barajlarda var değil mi?

KINACI: Evet tüm HES’ler. Küçük HES’lerin çok iyi planlanması ve çevreye olan etkilerinin çok iyi hesaplanması gerekiyor. Bir de en büyük hata ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme Raporu) hazırlanırken her bir santral için tek tek çalışma yapılıyor. Hâlbuki bunların etkileri tüm havzayı ilgilendirdiğinden, değerlendirmenin de havza olarak yapılması sonucunda daha sağlıklı karar verirler. Yani bir bütünün içinde küçücük parçayı incelediğiniz zaman onun etkisi tek başına gözükmeyebilir. Ama çok sayıda HES üst üste kurulduğu zaman etkiler toplandığında doğal hayatı yok ettiğini müşahede ediyoruz.

ÇEKÜD: DSİ tarafından yapılması planlanan sanırım 1600 küçük HES var. Kiminin yürütmesi durduruldu kimi izin için bekliyor.

KINACI: Şimdi DSİ’nin görevi hidroelektrik enerji üretmek. Görevi bu olduğundan DSİ’yi neden HES yaptırıyorsun diye suçlayamayız. Fakat onu kontrol edecek, kurulması sakıncalıysa kurdurmayacak, engelleyecek olan sivil toplum kuruluşlarıyla Çevre ve Orman Bakanlığı’dır. ÇED raporlarının sağlıklı yapılması ve izin verilirken dikkatli olunması gerekiyor. ÇED raporunu firmalar hazırlıyor , onayını Çevre Bakanlığı veriyor.

ÇEKÜD:10-50 MW kurulu güçteki hidroelektrik santralleri için ÇED gerekli değildir sanırım. Firmalar bu değerlerde art arda birçok santral yapıyor. Tahribatı gerçek mi? Canlı olarak görmedik.

KINACI:Benimde çok arazi tecrübem yok. Ama genel olarak bir bütün üzerinde edindiğim bilgi şu; özellikle Karadeniz’de yapılan HES’ler oradaki doğal hayatı olumsuz etkiledi.

ÇEKÜD: Antalya da yoğun olarak etkileniyor.

KINACI: Evet. Antalya’dan da o yönde haberler alıyoruz. HES’ler şimdi küçük işletmeler olduğundan müteşebbisleri kendine çekiyor. Müteşebbisler de bu konuda büyük baskı oluşturuyorlar. Baskı sonucu bir takım kararlar daha kolay alınıyor. Temel sebep bu. Büyük santraller kurmak yatırımcılar için çok zor. Çünkü sermaye yatıracaksınız ve bu sermayenin geri dönüşü oldukça uzun zamana yayılıyor. Durum büyük santrallerin cazibesini azaltıyor. Ancak küçük santrallerin ilk yatırım maliyetleri düşük, geri dönüşleri çabuk.

ÇEKÜD: Durdurması gerekenler olarak sivil toplum kuruluşlarını zikrettiniz. Ama konu siyasi boyutta olduğundan farklı mecralara çekilebiliyor.

KINACI: Sivil toplum kuruluşlarının kabahati bu. Bugüne kadar halk nezdinde güvenilir bir performans sergilemediler. Birtakım önyargı ve peşin hükümlerle bazı şeylerin yanında oldu, bazı şeyleri göremediler. Bu da toplumdaki güvenilirliklerini azalttı. STK’ların kendilerini özeleştiriye tabi tutması gerekir.

ÇEKÜD: Aynı durum nükleer içinde geçerli. Görüştüğümüz bilim adamları nükleer santralleri kurmak için geç kaldığımızı söylerken bir takım STK’lar ortaya hiçbir şey koyamadan kayıtsız ve şartsız “hayır” diyerek protestolara başlıyor. İşin içinde “hayır” kelimesi varsa, çok çabuk yandaş buluyorlar. Şimdi HES’ler içinde durum böyle olduğundan tereddüt ediyoruz güvenmekte. Açıkçası DSİ bu kadar tepkiye rağmen sakıncaları göremiyor mu diye sormadan edemiyoruz.

KINACI: Az önce söylediğim gibi HES kurmak DSİ’nin kuruluş kanununda var. Bunları dikkate almalıyız. Düşünün ki bir özel sektörün maksadı maksimum kâr elde etmektir ve mümkün olduğu kadar masrafları azaltmak ister. DSİ için görev hidroelektrik enerji üretmek olarak tanımlanmışsa o da mümkün olduğu kadar maksimum enerji üretecektir. Yine dediğim gibi problem varsa Çevre Bakanlığı ve STK’lar konu ile ilgili reaksiyon göstermelidir.

HES kurulduğu zaman oradaki tabii hayat tamamen değişiyor. Suyu tuttuğunuz zaman can suyu denilen belli bir miktar var.

ÇEKÜD: Yüzde 10

KINACI: Yüzde 10 olarak verilmiş ama bu kaba bir hesap. Bazen %10’un üzerinde olması gerekir. Oradaki canlı hayatına bağlı olarak belli bir can suyu miktarı var. Bunun karşılanması gerekir. Yazları suyun azaldığı ve kuruduğunu düşünün, bunun %10’u nereye yetecek. O da zaten canlılara ulaşırken buharlaşacak. Büyük bir akarsu için %10 yeterli olabilir. Bu maddenin de debiye bağlı olarak değişmesi, düzenlenmesi gerekir. Sonra bu can suyu işletmeci tarafından her zaman veriliyor mu verilmiyor mu takip etmek gerekiyor. Konuyla ilgili bir takım sıkıntılar oluyor sanırım. İşletmeci bazen tamamen kesiyor. Kesince oradaki canlı hayatı yok oluyor. Yine geride bir gölet oluşturduğunuz için bölgedeki canlı hayatını değiştiriyorsunuz, yok olabiliyor. Tarihi eserler su altında kalabiliyor. HES’lere %100 hayır demek doğru değil ancak tüm bu etkilerin de değerlendirilmesi lazım. Mutlaka bu metotla enerji üretilecek fakat bu kontrollü olacak. Çevreye etkisi, tarihî dokuya etkisinin minimum olması lazım.

ÇEKÜD: Acaba bu projeler ortaya konurken, çalışma başlatılırken sağlıklı bir hesap yapılamadı mı? Mesela benzin istasyonlarına bakıyoruz, aralarında belli bir mesafe olması yönünde bir yönetmelik mevcut…

KINACI: Ama o ne zaman konuldu? Yeni… Şimdi tüm dünyada durum böyledir. Önce ihtiyaçlar giderilmeye çalışılır. İhtiyaç giderildikten sonra ortaya çıkan olumsuzluk tespit edilerek birtakım tedbirler alınır. İnsanların en önemli ihtiyacı gıdadır. (yemek, su, hava). Bundan sonra emniyet gelir. Tarih boyunca bakın insanlar güvenliklerini sağlamak, sağ kalmak için mücadele etmiş. Daha sonra sağlık geliyor. Bu açıdan bakıldığında çevre ilk üç içerisinde yer almıyor. Bugün bütün insanlar önce tek göz bir evim olsun diyor, sonra bir kat daha çıkayım sonra daha lüks bir semte taşınayım. Yani insan nefsi daima bir üstü istiyor. İşte tüketim alışkanlığı bu şekilde. Refah seviyesi arttıkça insanlar daha temiz bir çevrede yaşamak istiyorlar. Refah seviyesi arttıkça çevre kalitesi artıyor. Belli bir süre sonra refah seviyesi arttıkça çevre kalitesi sabitleniyor ve artış devam ederse çevre kalitesi hızla düşmeye başlıyor. Çünkü refah seviyesi arttıkça insanlar daha çok tüketmeye başlıyor, israf artıyor. İsraf dolayısıyla bir kısım insanlar da bazı malları alamaz duruma geliyor. Düşünün elektrik sarfiyatı arttıkça birim fiyatı artıyor ve imkânı olmayan insanlar kullanım miktarlarını zaruri olarak düşürüyor. Belli kesimin refah seviyesi düşüyor. Toplumu bir bütün olarak düşünürseniz çevre kalitesini yükselttikçe belli bir noktadan sonra toplumun refahı düşmeye başlıyor. İşte bizim maksimum toplum refahının olduğu noktadaki çevre kalitesini önce belirleyip, o dengeyi kurup yaşamamız lazım. Zira her şeyin aşırısı israftır. Ve israf da mutsuzluk demektir. İnsanın ulaşacağı maddi bir şey kalmayınca bunalım başlıyor ve bunalım intiharları getiriyor. Dikkat edin intihar oranı yüksek olan ülkeler refah seviyesi en yüksek olan yerlerdir. Açlık olan ülkelerde intihar yok denecek kadar azdır.

Özetleyecek olursak, enerji çeşitliliği lazım. Tüm enerjilerden belli oranlarda kullanarak çevre kirliliğini minimize etmek lazım. Bakın, çevreyi hiç kirletmememiz mümkün değil. Ama en aza indirmeye çalışmalıyız. “0” kirlilik bir hedef olabilir ama gerçekleşecek bir hedef değildir.

ÇEKÜD: Peki şimdi kendimizi Karadeniz’de ya da farklı yerlerde dereleri kuruyan halkın ya da onları yönlendiren çevreci kuruluşların tepkilerini normal mi karşılamalıyız? Bir dere üzerinde 3 tane 4 tane gölet kuracaksınız haliyle suyun önünü keseceksiniz ya da suyu tünel vasıtasıyla 20- 25 km başka mecraalardan akıtarak doğal mecraasını susuz bırakacaksınız.

KINACI: Eğer iyi niyetliyseler, belli bir çıkar grubunun menfaatini savunmak üzere çıkmamışlarsa normal karşılayacağız. Bunları dikkate almak zorundayız.

ÇEKÜD: Ama bunu belirlemek çok güç ve sizin de ifade ettiğiniz gibi bir güvensizlik var. Çünkü denizde bir gemi karaya otursa bu kuruluşlar pankartları açıp hemen protestoya başlar. Başka bir şey yapmaz.  Halkta da böyle bir algı var. Sanırım önce bunu düzeltmek gerek.

KINACI: Tabi… Karşı olduğumuz şeye neden karşı olduğumuzu çok iyi ifade etmemiz ve toplumu buna inandırmamız lazım. Bir de biz STK olarak bir şeyi eleştiriyorsak, eleştiriye de açık olmalıyız. STK da eleştirilebilir. Bazı STK’ların karşı görüşü dinleme gibi bir hasleti yok. Hemen susturma yoluna gidiyorlar. Bu doğru değil ve onların etkinliklerini azaltır sadece…

ÇEKÜD: Efendim bizi bu konuda aydınlattınız ,teşekkür ederiz.