Enerji ve Su Savaşları

21. yüzyılın insanlar açısından çok sıkıntı ve kargaşalara gebe olduğunu görmek, anlamak için sosyolog olmaya gerek yoktur. Öyle ki dünyanın fosil yakıtları hızla tükenmekte,  kuraklık ise koca nehirleri akamaz hale getirmiştir. Hele yaşadığımız yağışsız bu son kış insanların kuraklık ve geçim sıkıntısı hissini ayyuka çıkarmıştır. Öyle ki yağışın başlaması adeta bayram havası oluşturmuş, sosyal medyadan TV kanallarına şükür mesajları dikkatten kaçmamıştır.

İnsanlarda en önemli korku sebebi gelecek kaygısıdır. Geleceğini garantiye alabilmek adına var gücüyle çalışır, bunu tehlikeye sokacak bütün etmenlerle adeta savaşırlar. Oysa israfla doğal kaynaklar hızla tükenmekte ya da kirlenerek kullanılamaz hale gelmektedir. Su ve petrol kaynakları bu yüzyılda rahat bir şekilde temin edilemeyecek hayati unsurlardan ikisini oluşturmaktadır. Devletler güç kazanmak adına 1800’lü yıllardan bu yana petrol için savaşırken yaşanan kuraklık nedeniyle önümüzdeki günlerde su için de savaşmak zorunda kalacaktır. Özellikle 1990’lı yıllarda Fırat üzerine kurulmuş büyük GAP projesi doğudaki dostlarımızı çok rahatsız etmiş,  hemen bunu nasıl yok ederiz hesaplarına girişilmiştir. Rahmetli Özal daha o yıllarda komşularımızı birbirine ve bize düşman etmemek ve birbirine bağlamak adına bir “Barış Suyu” projesini gündeme getirmiş,  bakir bir nehrimizi boru hattıyla Arap ülkelerine bağlayarak içme ve kullanma suyu verebileceğimizi deklare etmişti. Suriye, Irak, Ürdün, S.Arabistan, Katar gibi ülkeler bu suyu yıllarca rahat bir şekilde kullanabilecekti. Gerekli destek gelmediği için o proje sonradan askıya alındı tabii.

1.Dünya Harbi sonrası galip ülkeler bu galibiyetlerini perçinlemek, sürekli hale getirmek adına dünyanın her tarafında kendilerine göre bir harita oluşturdu. Oluşan yeni ülkeler arasında sınırlar doğal olmadığı gibi bir araya gelmeleri de hiç bir zaman mümkün olamadı. Sürekli huzursuzluklar, bitmeyen çatışmalar, yönetimden kaynaklı acılar bu ülkelerin halkını canından bezdirdi. Petrol zenginliği, bu ülkelerin başlarına getirilmiş şahısların kişisel zevk ve hırslarına bağlı olarak sadece batıya akıtıldı. Bu iletişim çağında insanlar arasında bilgi akışının çok hızlı olması tüm dünyayı global bir köy haline getirince huzursuzluklar çok daha fazla arttı. Bireylerin maddi menfaatlerini devletlerin, ülkelerin önünde görmeye başlaması enerji ve su gibi hayati öneme haiz konularda savaşların çok daha kolay çıkabileceğini ortaya koymuştur.

Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi ister su, ister petrol, isterse hava-deniz-kara ulaşımı açısından çok yüksek jeopolitik ve stratejik önemi olan ülkemizdeki yöneticiler bunun keyfini çıkarmaktan ziyade “Ağır Abi, Süper Düzenleyici” rolünü oynamak, hem de hakkıyla oynamak zorundadır. Amerikanvari “ne kadar menfaat, o kadar ilgi” stratejisi önümüzdeki dönemde dünyayı içinden çıkılamaz karışıklıklara sürükleyeceği aşikardır. Türkiye, üzerindeki ölü toprağını silkeleyip bir an önce yeni bir Osmanlı olmaya kendisi istemese de zorlanmakta, adeta ittirilmektedir. Güç dengeleri artık hakkı olan bölgeye kaymak zorundadır. Zaten daha önce de  bu denge ileri teknoloji, ağır silahların zoru ve saldırganlıkla değişmiştir. Bu merkez doğal yerine dönmek zorundadır.

Atalarımız yüzyıllar önce kuraklık yüzünden Orta Asya’dan kabileler halinde dünyanın dört bir yanına dağılmış, ileriyi gören bir kısmı gelip bu güzel toprakları, Anadolu’yu kendine yurt edinmiş. Uzmanlar küresel ısınmayla ılıman kuşağın giderek kuzeye doğru kaydığını, Akdeniz Bölgesinin yüzyıl sonunda stepleşeceğini öngörüyorlar. Umuyoruz atların sırtında yeniden yurt aramak zorunda kalmayız. 70 yıldır bizden koparılan, ancak bize kavuşmak isteyen her millete kapımızı açık tuttuk. Gidilebilecek yerlerde ise bize yer bile gösterileceğini düşünemiyorum.

 

08.03.2014
Recep AYDÖNER

One comment

Comments are closed.