Çorbada Bizim de Tuzumuz Bulunsun

Eğitimin yaygınlaştığı, bilgi paylaşımının arttığı oranda, küresel sorunların nasıl da artış gösterdiğini hayret ve esefle müşahede ediyoruz.

Ekonomik, ekolojik, sosyal, siyasi ve hukuki sistemlerindeki en küçük aksaklıkların bile nasıl da birbirini tetikleyerek zincirleme küresel reaksiyonlar göstermeye başladığını ilgi ve dikkatle takip ediyoruz.

Baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknolojik gelişmelerin yerküre üzerinde nasıl büyük bir trafik karmaşası oluşturduğunu büyük bir ibret ve hikmetle izliyoruz.

Yaşam alanlarımızın nasıl da sorunlar yumağına dönüştüğünü ve küresel sorunları çözmekte nasıl da acze düştüğümüzü derin bir kaygı ile izliyoruz.

Asıl sorun çözümü çevrede aramak

Teknolojik ürünlerin, aşırı tüketim alışkanlıklarının, israf ve gösterişe dayalı yaşam tarzının, ben merkezli yaşam felsefesinin, endüstriyel kirlenme ile başlayan çevre sorunlarının kapsama alanını son derece genişlettiği bir gerçek.

Buna rağmen hiç kimse çevre adına yaşam tarzından en ufak bir taviz vermek istemiyor. Mali, siyasi, askeri gücü elinde bulunduran hiçbir devlet ulaşmak istedikleri hedeflerden çevre adına bir taviz vermek istemiyor.

Çevre sorunlarının aslında disiplinler arası bir sorun olduğunu, çevre sorunlarının çözümünde sadece endüstriyel çözümlere odaklanmanın yeterli olmadığını biliyoruz. Çevre sorunları ne mühendislerin, ne STK’ların, ne devletlerin tek başına çözeceği bir konu olmadığını da biliyoruz.

Aşamadığımız tek konu herkesin çevre sorunlarını çevresinde araması. Halbuki herkesin zaruri ihtiyaçlarım için de olsa çevreyi kirleten benim, o halde çevre sorunlarını çözecek olan da benim demesi, benim diyecek bilinç düzeyine yükselmesi  gerekiyor.

İki konuda çok ciddi SOS alıyoruz:

1- Hızla artan tüketim hızımız

2- Hızla azalan biyolojik çeşitlilik

Yerküremizin biyolojik üretim kapasitesi-ekolojik ayak izi 1,8 Global Ha iken 2,7’lere çıkmış, yani küresel tüketim hızımız limit değerlerini %50 aşmış durumda. Bu hız, zengin ve fakir ülkeler arasındaki ekolojik ayak izi farkını 5 katına çıkarıyor. Hızla gelişen Türkiye de %25 limit aşımı ile çağdaş dünyayı yakından izlemekte.

Sürdürülebilir çevre yönetimi küresel ölçekte sınıfta kalmış durumda. Karnemizdeki kırıklar  2012’de Rio’da yapılan BM Sürdürülebilir kalkınma konferansında uluslar arası kamuoyuna ilan edildi. Bu da, çağımız insanının kendi ihtiyaçlarını diğer insanların ve gelecek nesillerin haklarına tecavüz etmeden sağlayamadığının en yetkili ağızlardan ilanı anlamına geliyor.

Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak

Tüketim hızımızın baş aktörü İSRAF; Türkiye’de yapılan günde 6 milyon, yılda 2 milyar ekmek israfının karşılığı olan 542 bin ton buğday, bir yıllık un ihracatımıza eşit. Halbuki şu an dünyada her 5 sn.de bir çocuk açlıktan ölüyor.

BM Gıda ve Tarım Örgütü dünyada bir milyar insanın açlık, bir milyarın da susuzlukla mücadelesini ilan ederken, BM Dünya Sağlım Örgütü’nün 1,5 milyar insanın obezite ile mücadelesini ilanı büyük bir çelişki. Bu israf ve tüketim hızı ile 40 yıl sonrakilerin payını çöpe atıyoruz. Şimdiki açların payı ise sanırım 40 yıl önce çarçur edilmişti.  Yani bizim doğaya biriken borçlarımızı torunlarımız açlıktan dolayı canlarıyla ödemiş olacak.

Biyolojik çeşitlilik bizim yaşam sigortamız

Hızla artan küresel kirliliğin %50’sinin son 35 yılda meydana geldiği söyleniyor. Bu kirlilik yüzünden biyoçeşitlilik 40 yılda %30 oranında azalmış durumda.

Buna rağmen; son 60 yılda Marmara Denizi’nin 2 katı sulak alanın kuruması, Anadolu’da üreyen sadece 12 çift turna kalması, denizlerde hızla artan plastik atıkların, deniz kaplumbağalarını ve diğer deniz canlılarını hızla yok etmesi, biyolojik yaşamı yok eden orman yangınlarının yüzde 98’inin insan kaynaklı olması…aklımızı başımıza almamıza yetmiyor.

Özgürlük anlayışımız yeniden sorgulanmalı

Çevre, şimdiki ve gelecek nesillerin korunması gereken ortak yaşam alanı ise, biraz acı gelecek ama özgürlük anlayışımızı yeniden sorgulamak ve özgürlük sınırlarımızı yeniden şekillendirmek zorundayız.

Atıklar, açlık, yoksulluk, barınma, beslenme gibi temel sorunlar çözülmeden çevre sorunlarını çözmek mümkün değildir. Öyleyse sürdürülebilir kalkınma anlayışı yerine beslenme, barınma ve sağlıkta gerçek ihtiyaçları doğru tanımlayan yeni bir çevre yönetimi anlayışı geliştirmeliyiz.

Çevre mühendislerinin diğer disiplinlerle ortaklaşa çalışabilecekleri zeminleri arttırmak, ‘çevre ve ahlak” kavramına bütün disiplinlerde temel dersler arasında yer vermek; eğitim düzeyini, sosyal refah-çevre-iktisat döngüsü içerisinde optimum seviyeyi yakalayacak bilinç düzeyine çıkarmak zorundayız.

Spor haberlerinden daha önemsiz olmayan çevre haberlerinin haber ajansları tarafından “çevre” ana başlığı altında ve ‘çevre’ sayfalarında verilmesinin; kamu spotlarının medyada reytingin en yüksek olduğu saatlerde yayınlanmasının çareleri aranmalıdır.

Tüketimin 3/4’ü nüfusun 1/4’ü tarafından yapılıyor

Çevrecilik anlayışı temellendirilmeli. Tüketimin çevre sorunlarının oluşmasındaki  etkisi vurgulanmalı. Mevcut eko-literatür modern yaşam tarzını ve çağdaş tüketim alışkanlıklarını sorgulayacak yapıya dönüştürülmelidir.

Artan tüketimi karşılamaya dönük enerji ve doğal kaynak kullanımının, kimyasal, elektronik ve nükleer atıkların, karbon ve sera gazı emisyonlarının, savaş ve tetörü besleyen silah ticaretinin gelişmiş ülkeler  tarafından yapıldığı dikkatlerden kaçırılmamalı, çevre sorunlarının faturasını açlık ve sefalet içinde yaşayan kalabalık nüfusa ve bu nüfusun yaşadığı az gelişmiş ülkelere çıkarmaktan vazgeçilmelidir.

Çevre hakkı, askeri, siyasi, ekonomik gücü olan  ülkelerin 3. dünya ülkelerine tahsis ettiği  fon olmaktan çıkartılmalı. Karbon ticareti bu anlamda tekrar gözden geçirilmeli ve yeniden yapılandırılmalı.

Çevre dili sevgi diline dönüştürülmeli

En büyük çevre felaketi terör ve savaşlar dolayısıyla meydana gelmektedir. Suriye’de 200 bin, Irak’ta 1 milyon insanın feda edilmesi, sadece yakın coğrafyamızda yaşayan üç milyon çocuğun iç savaş sebebiyle evlerini terk etmesi çevre adına mücadele edilmesi gereken konuların başında gelmektedir.

Mutsuzluğun çevre ile olan ilişkisi, mutsuz insanların çevreye verdikleri zarar derinden araştırılmalıdır. Şiddet dili sevgi dili ile değiştirilmeli, şiddet ve gösteriye dayalı popülist eylem türü, kavgaya dayalı söylem türü değiştirilmelidir.

Koruyucu tıp’ta olduğu gibi koruyucu çevre bilinci geliştirilmeli, otokontrol sistemi yaygınlaştırılmalıdır. Yere çöp atacak, havayı, suyu, toprağa zehir salacak kişi en az beş kişi tarafından uyarılmasını sağlayacak bilinç seviyesinde bir toplum yapısı oluşturulmalıdır. Yoksa kara tren gibi duman salan araçların peşinden bakmaya; yol kenarlarını, piknik alanlarını dolduran pet şişe, naylon poşet ve ıslak mendilleri seyretmeye devam eder dururuz.

Hz. Peygamberin ayak izleri araştırılmalı

Bunca bilimsel veriye, bunca çabaya  rağmen hızla artan çevre sorunlarını önleyemiyorsak, fotoğrafın arka planında kalan manevi kirlenmeye dikkat çekmek zorundayız.  Görünür kirlilikleri temizleme konusunda gösterdiğimiz gayreti,  görünmeyen kirliliklere karşı da göstermek zorundayız.

Ruhsuz bilgi cansız bedene benzer.  Hikmetten yoksun tek taraflı bilgi, sosyal, ekonomik ve ekolojik dengeleri altüst eden orantısız bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, bilgiye ruh katacak yeni bir medeniyet inşa etmek zorundayız.

Mutsuzluk krizleri yaşayan çağdaş insanı yeniden hayata döndürecek, ona yaşamanın ve yaşatmanın lezzetini yeniden tattıracak, hayatı yeniden anlamlandıracak sosyal dönüşümü başarmak için, yaşamı zehir eden sekülerizm, hedonizm, egoizm, holiganizm taşıyıcılarını Hz. Peygamberin ruh ikliminde karantinaya almak zorundayız.

Eğer dostlar alışverişte görsün diye değil de gerçekten çevre sorunlarını çözmek istiyorsak; eko sistemi bozan, yaşam alanlarımızı daraltan karbon ayak izlerini,su ayak izlerini, ekolojik ayak izlerini gerçekten küçültmek istiyorsak; sofradaki bir pirinç tanesini, akarsuyun başındaki bir damla suyu bile israf etmeyecek bilinç seviyesinde  bir toplum yapısı kuran Hz. Peygamberin ayak izlerini iyi araştırmak zorundayız.

Bir kere daha teşekkür

Üniversitelerde üretilen bilgi ve tecrübelerin sosyal yaşamda pratiğe aktarılmasında STK’larla yürütülen işbirliklerinin arttırılması gerektiğine inanıyoruz. Bu çerçevede, bizler ÇEKÜD olarak işbirliğine hazır olduğumuzu bir kere daha ifade ediyoruz.

Bu sempozyum vesilesiyle sorunların gerçek sebeplerini ortaya koyup, bunlara çözüm getirecek teşhis ve tedavi modellerini bir kere daha sorgulama fırsatı yakalamış olduğumuzu umuyoruz.

Sempozyumun düzenlenmesinde bizi yalnız bırakmayan sayın rektörümüze, emeklerini esirgemeyen düzenleme ve bilim kurulu üyelerimize, maddi manevi yardımlarını esirgemeyen destekçilerimize ve bu işe gönlünü veren yönetim kurulu üyelerimize ve cefakar personelimize çok teşekkür ediyor, hepsine selam ve saygılar sunuyoruz.

Süleyman Yorulmaz
ÇEKÜD

(24-26 Ekim 2013 tarihli Gümüşhane Uluslararası Çevre Sempozyumu açılış konuşması özeti)