Çevre Kirliliği

Çevre kirliliği, doğal yaşam alanlarının, insan eliyle ve doğal olmayan yollarla bozulması ve bunun neticesinde canlıların hayati aktivitelerinin olumsuz yönde etkilenmesi olarak tanımlanabilir.

Çevre kirliliği çok genel bir ifade olmakla birlikte, aşağıdaki kirlilik alanlarını kapsamaktadır:

  • Su kirliliği,
  • Hava kirliliği,
  • Toprak kirliliği,
  • Gürültü kirliliği,
  • Görüntü kirliliği,
  • Işık kirliliği,
  • Elektromanyetik kirlilik,
  • Radyoaktif  kirlilik

Bu kirlilik çeşitlerine sürekli gelişen teknoloji ile birlikte farklı kategoriler eklenmektedir. Görüntü, ışık ve elektromanyetik kirlilik yakın zamana kadar gündemimizde olmayan, bugün ise birçok hastalık ve rahatsızlığın temelini oluşturduğu düşünülen/bilinen kirlilik türlerindendir. Evlerimizde kullandığımız kablosuz modemlerden, cep telefonlarından, mikrodalga fırınlardan, saç kurutma makinalarından, televizyonlardan yayılan elektromanyetik dalgalar, bu kirlilik  türlerinin bugün kısmen etkilerini tespit edebildiğimiz ama yarınlarda hiç ummadığımız komplikasyonlara sebep olabilecek  örneklerdir.

Çevre kirliliğinin artmasındaki temel sebep; insanların, hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için daha düşük maliyetli, daha yaygın ve daha hızlı çözümlerin arayışı sırasında insanı ve çevreyi göz ardı etmeleri olarak özetlenebilir. Çözüm arayışlarının çevresel etkilerinin göz önünde bulundurulmadığı, ya da yeterince önemsenmediği durumda kirlenme ortaya çıkmakta ve telafisi mümkün olmayan etkiler oluşabilmektedir.

Kirleticilerin tanımları genel olarak uluslararası düzeyde yapılmaktadır. Salınım sınırları ise ülkelerin ilgili kurumları tarafından yönetmeliklerle belirlenmektedir. Bu kirleticilerin ölçümleri de yine devlet eliyle ya da yetkilendirilmiş özel sektör eliyle yapılmakta ve sınır değerlerin aşılması durumlarında cezai müeyyideler uygulanmaktadır.

Fabrikalar, termik santraller, konutlar, taşıt araçları gibi emisyon yapan unsurlardan yayılan toz, kükürt dioksit, azot dioksit, karbon monoksit/dioksit ve ağır metal içeren gazlar bertaraf edilmeden havaya karıştıklarında oluşan kirliliğe hava kirliliği denmektedir. Fosil yakıtların konutlarda, ulaşımda, fabrikalarda kullanımı sonucunda fosil yakıt kullanımının teknolojik gelişime ve nüfus artış hızı paralel olarak artması hava kirliliğine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Bunun yanında sanayilerden proses kaynaklı hava kirliliği emisyonları yukarıda sayılan kaynaklarla  birlikte önemli bir kirlilik oluşturmaktadır. Hava kirliliğine sebep olan etkenler ve bunların etkileri çok çeşitli olmakla birlikte alınacak önlemler; eğitim, teknik ve hukuk başlıkları altında özetlenebilir.

Konutlardan oluşan evsel atık sular, sanayi kuruluşlarından oluşan endüstriyel atık sular, katı atık depolama sahalarından ortaya çıkan süzüntü suları, gübreler, kimyasal mücadele ilaçlarının (pestisitler) bertaraf edilmeden su kütlelerine ulaşmaları halinde oluşan kirliliğe su kirliliği denmektedir. Günümüzde oluşan su kirleticilerinin çeşitleri ve miktarlarının artmış olması, bunların arıtılmasını da önemli ölçüde zorlaştırmakta ve canlı yaşamını her geçen gün daha da fazla tehdit eder hale gelmektedir. Zorlaşan arıtma süreçleri sebebi ile arıtma maliyetleri artmakta ve bu sebeple kirletenler, denetim mekanizmalarından olabildiğince gizlenme ve kaçak yollarla atık sularını deşarj etme yolunu seçebilmektedirler.

Katı, sıvı ve radyoaktif atık türü kirleticiler tarafından toprağın fiziksel ve kimyasal özelliklerinin bozulmasına toprak kirliliği denmektedir. Yağışlarla birlikte kirletilmiş topraktan süzülerek yeraltı sularına karışan kirlilik, su kaynaklarımızı tehdit edebilmektedir. İnsanların geçmişten gelen ve geçmişte zararları fark edilmemiş olan alışkanlıkları, bugün toprak kirlenmesi ve bununla birlikte ortaya çıkan yeraltı ve yüzey sularının kirlenmesi sonuçlarını getirmektedir.

Çevre bilinci ve bilinçlendirme çalışmaları, çevre kirliliğinin hayatımıza etkisi arttıkça daha da yaygınlaşmaktadır. Fakat kirliliğin etkisi yaygınlaşan bilincin onu önlemesinden daha hızlı yayılmakta ve geleceğimizi tehdit eder hale gelmektedir. Dünya nüfusu hızla artmakta, kişi başına düşen doğal kaynaklar hızla azalmakta ve kaynakların yenilenme oranı da hızla düşmektedir. Gelecek nesillerin bu kirlenme artışı sebebiyle bizlerden çok daha vahim bir tablo ile karşılaşacakları aşikardır. Bunu azaltmak, gelecek nesillere yaşanabilir doğal bir çevre bırakmak adına bizler bireysel ve kurumsal anlamda neler yapılması gerektiği konusunu araştırmalı ve politikalar üreterek sıkı takipçisi olmalıyız.

Ercan BAŞARAN

ÇEKUD Yönetim Kurulu Üyesi