Çevremiz ve Nefsimiz

Yemek, içmek, dinlenmek, eğlenmek, zevklenmek.  Bunların hepsi insanoğlu için doğal (meşru) ihtiyaçlar olarak bilinir. Bu tür arzu ve isteklerin sahibi olan varlığa toplumumuzda “benlik”, Batı’da “ego”, klasik İslam tasavvufunda ise “nefs” deniyor. Yaşamın ve neslin devamı için çok gerekli olan bu varlık, fiziksel bedenimizle iç içe, vücudun maddi ihtiyaçlarını sağlayan bir idareci, maddi çıkarlarını koruyan bir emniyet görevlisi gibi çalışıp duruyor.

Nefis gereğinden fazla şımartılıp, arzu ve istekleri sürekli karşılanırsa kuvvetlenip ve azgınlaşır. İnsanı her konuda haddi aşmaya, sınırlarını zorlamaya, günah ve haram diye de isimlendirilen yasak fiilleri yapmaya zorlar, her an maddî ve manevî tehlikelere düşürür.

Bir hayvanının avını yakalamak için kıyasıya mücadelesi, bir ağacın yerin on metre altındaki suyu emip on metre yukarı pompalaması bu içgüdü  sayesinde olur. Her biri diğerini yok ederek beslenen bu canlıların üremesi, ekolojik döngü yoluyla dengede tutulur. Zayıflar ve hastalar yok olup gider, güçlü ve sağlıklı olanlar türünü ve soyunu devam ettirirler. İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik, doğadaki bu güzellikleri görecek ve bu dengeyi koruyacak ruhi ve akli melekelere sahip olmasıdır. Bu da ancak nefsin arzularının frenlenmesi, hareketlerinin kontrol altına alınması, ruhi egemenliğin emri altına sokulması ile gerçekleşir. Bunu başaramayan insanın doğaya ve topluma verdiği zarar ölçülebilir cinsten değildir. 

Beden ve ruh sağlığı ne kadar birbiriyle ilgiliyse, çevre sağlığı da insan sağlığı ile o kadar ilgilidir. Kötü alışkanlıklarından kurtulamayan nefis, bedende ne kadar tahribat yapıyorsa, kötü alışkanlıklarının esiri olan birey de çevresinde kadar tahribat yapacak, sosyal ve ekolojik hayata o kadar zarar verecektir. Zevk, eğlence ve kapital peşinde koşarken sınır tanımayacak; lüks tüketimi ve israfı özendirmeye, sigara yasağını kaldırmaya, alkol ve uyuşturucuyu yaygınlaştırmaya, avlanma yasağını delmeye çalışacak; gürültü kirliliğini duymazdan, görüntü kirliliğini görmezden, başkasının hak ve hürriyetlerini bilmezden gelecek; özgürlük ve demokrasi adı altında zulüm, işkence ve sömürüyü, arsızlık, hırsızlık ve düzenbazlığı yaygınlaştırmayı marifet sayacaktır.

İyi bir çevreci ise doğanın değil, nefsinin hakimi olması gerektiğini anlayan kişi olmalıdır.

O halde, ruhi ve akli melekelerimizi geliştirmeyi önde gelen vazifelerimizden bilmeliyiz. İyi yetişmiş bir birey, nefsin hile ve aldatmacalarını öğrenmeli, azgın nefsin getireceği zararları görmeli, sonu gelmez isteklerini frenlemelidir. O halde, beden sağlığımız için çalışan doktorlar, ruh sağlığımız için de çalışmalıdır. İyi bir doktor, hem bedeni hem ruhu tanımalı, hem tıbbı hem tasavvufu öğrenmeli, hem maddeyi hem maneviyatı bilmelidir. O halde, üç aylar ve soluduğumuz Ramazan iklimini fırsat bilip manevi açıdan iyi değerlendirmeliyiz. İyi bir çevreci; orucu maddi ve manevi hastalıkların ilacı bilip, tasavvufi ahlakın maddi ve manevi sorunların tedavisi olduğunu yaşayarak öğrenmelidir.

“Nefsin terbiyesi, tarih, kültür ve tasavvuf  kitaplarında kalmış bir hatıra ve fantezi değil, bugünün insanı için de son derecede lüzumlu bir çalışmadır. Modern nesiller de nefsin ne olduğunu, gücünü, hilelerini, arzularını, tehlikelerini bilmeli, hevâ-yı nefsi yenmeyi, şehevât-ı nefsâniyelerini dizginlemeyi meşru yollarla sağlamayı öğrenmeli, hatta rûhen ve bedenen sağlıklı, dengeli, kuvvetli, insan-ı kâmiller olmaya çalışmalıdır.” (1)

(1) MEC Panzehir, sy. 19 (1991)

 

08.08.2012 

Süleyman Yorulmaz