Bizim Çevre Anlayışımız ve Zevkimiz !

Haziran 1996

İslâm, âlemleri yaratan aliyyü’l-a’lâ, yüce Mevla, Rabbü’l-âlemîn tebâreke ve teâlânın gönderdiği, insanoğlunun iki cihan saadetine ermesi yollarını gösteren, muhteşem ve harika bir “mutluluk reçetesi”dir; diğer varlıklarla onun ilişkilerini düzenleyen hikmet dolu ilahî bir talimatnâmedir; kâinatta onun istifadesine sunulan cemadat, nebatat ve hayvanattan nasıl ve ne türlü ve ne kadar istifade edeceğini açıklayan “semavi ferman”dır; hâsılı Yaradan’dan biz kullarına çok muazzam bir ikram ve ihsandır; elhamdülillâhi alâ ni’meti’l-İslâm ve tevfîkı’l-îmân ve hidâyeti’r-rahmân!

İslâm’a göre insan eşref-i mahlukâttır, en şerefli ve en kıymetli yaratıktır, zübde-i kâinat ve hulasa-i mevcudattır; Allah (celle celâlüh), iki cihanı onun için onu da kendi marifeti için yaratmıştır. İnsan her varlığı kullanır, her yaratıktan istifade eder; yerler, gökler ona musahhardır, onun emrinde ve hizmetindedir ama o da Allah’ın emrinde, kulluğunda, hizmetinde, ibadet ve itaatinde bulunmalı; Allah’a asi, kâfir, facir, zalim, fâsık, müşrik, müsrif, mücrim, münafık… olmamalıdır. Bunun yolunu gösteren, usulünü öğreten İslâm’dır, Kur’ân-ı Kerîm’dir, sünnet-i seniyye-i nebeviyyedir, şerîat-ı garrâ-yı Ahmediyye’dir (sas.).

Biz kendimizin bu izzet ve kıymetini biliyoruz: Allah’ın kulu ama kâinatın efendisiyiz, yaratılanı da Yaradan’dan ötürü seviyor, hoş görüyoruz.

Bizce çevremizde her şey güzel, mükemmel, yerli yerince! Her zerre Allah’ı zikir ve tesbih eyliyor, pırıl pırıl, ışıl ışıl, cıvıl cıvıl, fısıl fısıl… esrarengiz, hayretengiz, ibretengiz… duyabilene ne mutlu!

Yerler, gökler, ay, güneş ve yıldızlar, yığın yığın bulutlar, şakır şakır yağmurlar, bembeyaz karlar, sert rüzgârlar, ılık meltemler, engin denizler, şırıl şırıl nehirler, dereler, romantik göller, çiçek çiçek baharlar, sıcak yazlar, bereketli güzler, soğuk kışlar, türlü türlü yapraklı, renk renk çiçekli, ekşi, tatlı meyveli ağaçlar, uçuşan kelebekler, ötüşen kuşlar, çeşit çeşit böcekler, hayvanlar, balıklar; görünen, görünmeyen küçüklü, büyüklü, hünerli, becerikli yaratıklar… ne güzel, ne sevimli, ne hoş, ne tatlı!

Bunlar da bizim gibi ümmetler, topluluklar, Allah’ın bir çeşit kulları.

Onun için biz, çevreyi, tabiatı, yaratıkları seviyoruz; onlarla sulh ve sükûn, huzur ve anlayış içinde yaşamak istiyoruz; onlara yardımcı olmak, onları korumak arzusundayız. Onun için her beldede çevre ve kültür dernekleri kurduk; Çevre Bakanlığı kurulmadan önce çevre çalışmalarına başladık; ormanlar, korular, kooperatifler, mahalleler tesis ettik.

Dağları erozyondan, ovaları çölleşmekten; münbit toprakları sürüklenip ziyan olmaktan kurtaracağız; ülkemizin çoraklaşmış, kuraklaşmış, çıplaklaşmış yerlerini yemyeşil ağaçlandıracağız. Dallardan meyveler sarkacak, gölgelerinde insanlar oturup kır sefaları yapacak, neşe ile Kur’an okuyup, ilahi söyleyecek, zikredip ibadet edecek, dallarda kuşlar ötüşüp bize refakat eyleyecek.

Şaşırmış, İslâm’dan uzaklaşmış, aslını, harsını, örfünü, âdetini unutmuş zavallı insanları güzel tabiatla, temiz havayla, zümrüt dekorlarla, engin çayırlar, ulu dağlarla yeniden tanıştıracağız, gençleri sigaradan, uyuşturucudan, nefsine, zevkine esir olmaktan, şeytana uymaktan kurtaracağız.

Bağlı, bostanlı, havuzlu, bahçeli evlerimiz; havadar ve güneşli mahallelerimiz; tertemiz sokaklarımız, gül yanaklı yavrularımız; mert yüzlü, temiz kalpli, güzel huylu, aslan gibi gençlerimiz; vefalı, takvalı, mesture, edibe, arife, zarife, şerife, cemile, kâmile hanımlarımız; nur yüzlü, aksakallı, evliyâ büyüklerimiz; mutlu ve bahtiyar toplumlarımız olacak bizim illerimizde…

İnşaallâhu Teâlâ!